DİL - EDEBİYAT-TARİH


DİL VE İLETİŞİM

İletişim Konusu

İletişim, kısaca “karşılıklı iletmek” anlamında bir kavramdır. Bir elektrik düğmesine bastığımızda ampule doğru bir akım iletilir ve ampul yanar. Buradaki akım, elektriği iletme olayıdır. Burada olduğu gibi iletişimde de bir iletme olayı söz konusudur. Yalnız iletme işi “duygu, düşünce, bilgi” iletmek şeklinde olur. Kısacası iletişim, insanlar arasında gerçekleşen duygu, düşünce ve bilgi alışverişidir.

Bu alışveriş, yani iletişim genellikle konuşmayla gerçekleşir. Fakat göz işareti, gülümseme, susma, ağlama, müzik, resim, kitap, gazete, sinema, heykel ve mimariyle de iletişim sağlanabilir. Nitekim insanlar tarih boyunca duman, mektup, kuş, ıslık, trafik işaretleri, internet gibi değişik iletişim araçları kullanmışlardır.

İletişimin Önemi

İnsan toplu hâlde yaşayan bir varlıktır. Dolayısıyla İletişim, toplumsal bir varlık olan insan yaşantısının kaçınılmaz ve önemli bir boyutunu oluşturur. Toplum içinde yaşayan her insan, farkında olsun veya olmasın, birbirleriyle iletişim içindedir. İnsanlar duygu, düşünce ve hayallerini, sorunlarını birbirlerine iletişimle aktarırlar. İletişimle insanlar birbirlerini anlarlar, sorunlarını paylaşırlar, problemlerine çözümler üretirler. Yani insan hayatının merkezinde iletişim vardır. İnsan ailesiyle, arkadaşlarıyla, komşularıyla, çevresiyle sürekli iletişim hâlindedir. Tarih boyunca insanlar hep iletişime önem vermişler ve sürekli iletişim hâlinde olmuşlardır.

İlk insanların mağara duvarındaki resimleri birilerine bir şeyler anlatmak için bir araçtı. Duman, ateş, güvercin bile anlaşma aracı olarak kullanılmıştır. Şimdi elimizde sayısız iletişim yolu var ve insanoğlu dünyanın bir ucundaki, hatta uzaydaki biriyle iletişim kurabiliyor.

İletişimin gerçekleşmediği durumlarda ise insan, kendini boşlukta görür ve büyük bir yalnızlık hisseder. Hatta hiç konuşmayan insan zamanla konuşmasını bile unutabilir. Özellikle günümüzde iletişimsizlik sorunları yaşanmaktadır. Çoğu zaman telefon, İnternet gibi araçlarla çok uzaktaki insanlarla iletişim kurarken yanı başımızdaki arkadaşlarımızla, annemizle, babamızla, kardeşimizle sağlıklı bir iletişim kuramıyoruz.

İletişimin Öğeleri

İletişim, tüm tarafların üzerinden bilgi alışverişi yapılacak ortak bir dili anlamalarına ihtiyaç duyar. İletişimin gerçekleşmesi için bazı unsurların bir araya gelmesi gerekir. İletişimde belirli mesajlar kodlanarak bir kanal aracılığıyla bir kaynaktan bir hedefe (alıcıya) aktarılır.

Örneğin bir konuşmacı (kaynak) ortak bir dil aracılığıyla kodladığı kelimeleri (ileti) ses dalgaları (kanal) yoluyla alıcıya (hedef) aktarır. Dolayısıyla iletişimin “gönderici, alıcı, ileti, kanal, bağlam, dönüt” gibi öğeleri vardır. Şimdi bu öğeleri sırasıyla açıklayalım:

1. Gönderici

Gönderici iletiyi hazırlayan, gönderen kişidir. Gönderici iletişimin en önemli öğesidir. Çünkü gönderici olmadan iletişim gerçekleşmez. İletiyi aktaran göndericiye kaynak ya da verici de denir. Dinleyiciye bir şey söyleyen kişi göndericidir.

2. İleti

Göndericinin aktardığı duygu, düşünce, hayal, istek ve bilgilere “ileti” denir. Başka bir deyişle ileti, göndericinin alıcıya aktardığı mesajdır. Dolayısıyla konuşanın (gönderici) anlattığı, bildirdiği şeylerin hepsi ileti kavramına dâhildir. Sözü söyleyenin, dinleyene söylediği söz iletidir.

3. Alıcı

Duygu, düşünce, istek ve bilgilerin aktarıldığı kişi ya da kişilerdir. Başka bir deyişle alıcı, iletinin gönderildiği insan ya da topluluktur. Ortada bir ileti vardır, bu iletinin pek tabii bir de “alıcısı” olmalıdır. Bu da konuşmayı dinleyen kişidir. Dinler ve “iletiyi” alır.

4. Şifre (Kod)

İletişimdeki iletiler şifrelenerek aktarılır. Gönderici, iletisini konuşmanın yanı sıra yazıyla, resim çizerek, rakamlarla ya da hareket yaparak anlatmayı da deneyebilir. İşte bu tür iletişim şekillerine “şifre” denir.

5. Bağlam

İletişime katılan öğelerin birlikte meydana getirdiği ortama bağlam denir. Başka bir deyişle göstergenin öteki öğelerle birlikte ve onlarla birleşerek, bütünleşerek onların da yardımıyla bir kavramı yansıtmasıdır. Bir sözcüğün hangi anlamda kullanıldığını bağlamına göre belirleriz. Bir sözcüğün anlamını belirlemede bağlam devreye girer. Bu açıdan bağlam, iletişimde çok önemli bir yere sahiptir. Örneğin “sıfır” kelimesi değişik bağlamlarda değişik anlamlar ifade eder.

Bu sözcük, “Pazarda sıfır gibi bir araba buldum ve onu hemen aldım.” cümlesinde aracın hasarsızlığını, kullanışlılığını, yeniliğini bildiriyor. Yani olumlu anlamda kullanılmıştır. “Sorma, su içsem kilo alıyorum, bütün rejimleri denedim, netice sıfır.” cümlesinde ise “sıfır” sözcüğü “kötü, başarısız, verimsiz” anlamında kullanılmıştır. Yani olumsuz anlamda kullanılmıştır.

6. Kanal

İletinin göndericiden alıcıya ulaştığı yol veya araca kanal denir. İletişimde gönderici iletisini alıcıya söz, yazı, rakam gibi belli araçlar yardımıyla aktarır. İşte iletişimin bir parçası olan bu araçlara kanal adı verilir. Konuşmada kanal sözdür.

7. Filtre

Filtre, alıcının iletiyi kendine göre yorumlama biçimidir. Bu açıdan filtre, algılamayla ilişkili bir öğedir. Algı, kişinin belli bir bilgiyi duyma, anlama ve değerlendirme sürecidir. Kişinin durumu, istekleri, geçmiş yaşamı, önyargıları ile sosyal ve kültürel unsurlar algılamayı etkilemektedir. Tüm bu unsurlar, kişilerin aynı iletiyi farklı yorumlamasına kapı aralamaktadır. Bu durum da iletişimdeki filtre kavramıyla açıklanmaktadır.

8. Dönüt (Geri Bildirim)

Alıcının, göndericiye verdiği tepkiye (cevaba) dönüt denir.

Hakan, arkadaşı Caner’e cep telefonundan: “Toplantı başladı mı?” mesajını gönderdi. Caner de onun mesajını: “Hayır, daha başlamadı.” diye cevapladı.

Yukarıdaki iletişimde iletişimi başlatan kişi Hakan’dır. O hâlde Hakan “gönderici (kaynak)” durumundadır. Hakan’ın soru yönelttiği kişi olan Caner ise “alıcı”dır. Gönderici olan Hakan’ın, alıcı olan Caner’e aktardığı “Toplantı başladı mı?” sözü, yani mesajı “ileti”dir. Gönderici, iletisini telefonla aktardığı için burada telefon “kanal” durumundadır. Gönderici ve alıcının sözlerini yansıtan harfler veya dil (Türkçe) “şifre’dir. Alıcının (Caner), göndericiye (Hakan) verdiği “Hayır, daha başlamadı.” cevabı ise bu iletişimdeki “dönüt”ü oluşturmaktadır.

Örnek:

Bir gazete yazısında geçen “Türkiye’de trafik kazaları artıyor.” cümlesini ele alalım. Bu iletişimde gönderici “yazar”, alıcı ise “okuyucudur”. İleti, bir saptama olan “Türkiye’de trafik kazaları artıyor.” yargısıdır. Bu iletişimde kullanılan kanal, “gazete sayfası”; kod ise gönderici ve alıcının ortak dili olan Türkçedir.

 

İletişimde Gönderici, Alıcı ve İleti İlişkisi

İletişim kısaca, “gönderici” tarafından “ileti’nin bir “şifre” aracılığıyla, bir “iletişim kanalıyla “alıcı “ya gönderilmesiyle oluşur. Şifrelenmiş mesajı alan ve çözen alıcı, mesajı taşıyan sembolleri algılayıp onlara anlam vererek iletişimi sonlandırır ya da kendisi bir mesaj göndererek bu sefer gönderici konumuna geçer. İletişim bu şekilde devam eder.

İletişimde Göstergelerin Yeri ve Önemi

Kendi dışında bir başka şeyi gösteren, düşündüren, onun yerini alabilen nesne, görünüş ve olgulara gösterge denir. Örneğin kelimeler bir göstergedir. Buna göre adlarımız bizim göstergemizdir. “Hasan” kelimesi bir insanın göstergesidir. Aynı şekilde “vazo” kelimesi “vazo nesnesi”nin göstergesidir. “Vazo” kelimesi vazonun kendisi değildir ama vazoyu karşılar. Yazıda, konuşmada vazonun yerine geçer. Bu kelime, vazoyu gösterdiği, düşündürdüğü, onun yerini alabildiği için “gösterge” diye adlandırılır. Kısaca gösterge; kendisi o şey olmadığı hâlde, o şeyi çağrıştırarak iletişim kurmayı sağlayan araçtır, nesnedir, olgudur.

Göstergelerin ses ve anlam yönü vardır. “Odun” göstergesi “o, d, u, n” seslerinden oluşmuştur ve anlamı “yakmak için kullanılan sert bir nesne’dir. Buna göre her gösterge “gösteren” ve “gösterilenden” oluşur. Harflerden oluşan sözcük, resim, şekil, işaret vb. öğelere gösteren denir. Göstergenin insanların zihninde çağrıştırdığı görüntü ve anlamlara ise gösterilen denir.

Gösterge Çeşitleri

1. Dil Göstergesi

Yazıyla veya sözle gerçekleştirilen her türlü etkinlik dil göstergesiyle ilgilidir. “Kedi” kelimesi bir dil göstergesidir. Bu gösterge, “k. e, d, i” seslerinden oluşmuştur. Kelimeyi oluşturan sesler gösteren, kelimenin çağrıştırdığı anlam ise gösterilendir.

2. Dil Dışı Göstergeler

Resim, şekil, işaret, hareket, jest, mimikler vb. dil dışı göstergelerdir. Dil dışı göstergeler dörde ayrılır:

a. Belirti (Doğal gösterge): Doğal olan her şey doğal göstergedir. Doğal bir göstergedir. Yorumu yapılmadığı zaman herhangi bir anlam ifade etmez. İletişim kurma amacı yoktur. Gösteren ile gösterilen arasında neden-sonuç ilişkisi vardır. Gök gürültüsü, yağmuru; gece bahçedeki köpeğin havlaması, dışarıda yabancının dolaştığını; ateşimizin 38 derece olması, hasta olduğumuzu gösterir. Yağmurun yağması, deprem, sel, sonbaharda yaprakların sararması vb. doğal göstergedir.

b. Belirtke (Sosyal gösterge): Sosyal durumları anlatan göstergelerdir. Yapay göstergedir. İnsanların iletişim kurmak için ürettiği şeydir. Tüm belirtkeler uzlaşımsal nitelik taşır. Görgü kuralları, trafik lambaları vb. unsurlar sosyal göstergedir. Bir futbol maçında hakemin futbolcuya gösterdiği sarı kart bir belirtkedir. Bu renk ile oyuncunun bir dahaki sert davranışta oyundan atılabileceği konusunda uzlaşmaya dayalı bir bağ söz konusudur. Herhangi bir dershanede ders sonunda zil çalması dersin bittiğinin göstergesidir. Zil, gösteren; dersten çıkma gösterilendir.

c. Görsel Gösterge (İkon): Göstereni ile gösterileni arasında benzerlik ilişkisi olan göstergedir. Haritalar, fotoğraflar, resimler, şehir planları buna örnektir.

d. Simge: Benzerlik ya da yakınlık (uzlaşma) ilişkisi içinde soyut bir gösterileni göndermede bulunan görsel biçimdir. Güvercin, barışın; terazi adaletin; kartal Beşiktaş’ın simgesi olan göstergelerdir.

Göstergelerin Ayırıcı Özellikleri

Dil göstergeleri diğer göstergelerden daha farklı ve daha gelişmiştir. Dil, en kullanışlı gösterge diye adlandırılabilir. Çünkü insanın anlatma kabiliyetinin en gelişmiş aracı dildir. Dille gerçekleştirilen iletişim: resim, şekil, işaret gibi dil dışı unsurlarla gerçekleştirilen iletişimden daha etkilidir. Dil. ruh hâllerinin ve duyguların anlatılmasında da kullanılabilir. Dil göstergeleri kendi anlam değerlerinden başka anlamları da ifade eder.

“Altın” kelimesi bilinen “değerli maden” anlamında kullanılabildiği gibi “çok değerli” ya da “sarı rengin bir tonu” anlamında da kullanılabilir. Bu özelliğiyle dil göstergeleri geniş bir anlatma imkânına sahiptir.

İnsan, İletişim ve Dil

İnsan, toplum hâlinde ve bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan bir varlıktır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, konuşması, yani dile sahip olmasıdır.

Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan, kendisine özgü yasaları olan ve ancak bu yasalar çerçevesinde gelişen, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış seslerden örülmüş bir anlaşma sistemidir. İletişim ise bir düşüncenin, bir duygunun konuşma yoluyla, yüz, el, kol ve baş hareketleriyle ya da yazı, telefon, radyo, televizyon, İnternet gibi bildirişim araç ve gereçlerinden yararlanarak bir kimseden başka bir kimseye iletimidir. İnsanların anlaşma ve paylaşma ihtiyacından doğan iletişim, hayatın akışını sağlayan unsurlardan biridir.

İnsanlar duygu, düşünce ve hayallerini diğer insanlara daha çok konuşma yoluyla iletirler. Yani insanlar daha çok dil aracılığıyla iletişim kurarlar. Dil, sembollerle anlaşma yöntemlerinden biridir. Kısacası dil bir semboller sistemidir, insanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya seslerle yaptıkları anlaşma sistemidir.

Dille kurulan iletişim en gelişmiş anlaşma yöntemidir. İnsanlar dil dışında araçlar yardımıyla da anlaşabilmektedir. Mektup, çizgi, şekil, sinema, tiyatro, televizyon, internet, telefon, müzik, resim de birer iletişim aracı olarak sayılabilir. Örneğin ilk insanlar dumanı bir iletişim aracı olarak kullanmışlardır. Günümüzde işitme engelliler işaret diliyle anlaşmaktadırlar. Ama en gelişmiş, en yaygın ve en sevilen anlaşma aracı dildir. Çünkü dille gerçekleştirilen iletişim, diğer araçlarla gerçekleştirilen iletişimden çok daha kolay ve kullanışlıdır. Diğer araçlarla gerçekleştirilen iletişim çok sınırlıdır, hem de zordur.

İnsan, dil olmadan iyi bir iletişim kuramaz. Tam anlamıyla anlatma ve anlaşma, yani iletişim dil yardımıyla sağlanır. Dil, insanın duygularını, düşüncelerini, isteklerini bütün canlılığıyla ortaya koyma olanağı sağlar. İnsanın öteki insanlarla anlaşabilmesine, onlarla birleştirici bağlar kurabilmesine imkân sağlar. Dil, bireyleri birbirine bağlayarak onların toplum potasında birleşmesini sağlar. Bu açıdan dil, toplum hayatının can damarıdır. İnsanın, kendisi için hayati bir öneme sahip olan dilin inceliklerini, ayrıntılarını çok iyi öğrenmesi ve onu özenli bir şekilde kullanması gerekir. Çünkü insanın dili kullanmadan sosyalleşmesi, toplum hayatında kendine başarılı bir yer edinmesi, diğer insanlarla sağlıklı bir iletişim kurabilmesi mümkün değildir.

Dilin Oluşumu

Dilin ortaya çıkışı, yazının öğrenilmesi, dillerin çeşitliliği gibi konular insanları daima meraklandırmıştır. İnsanlar “Dilin asıl kaynağı nedir?”, “Dil nasıl meydana gelmiştir?”. “İlk konuşmalar nasıl olmuştur?” gibi sorulara sürekli cevap aramışlar ama bu sorulara kesin bir cevap bulamamışlardır. Dilin meydana gelişi ve ortaya çıkışıyla ilgili bilim adamları arasında kesin bir görüş birliği yoktur. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda dilin kaynağı ile ilgili ancak birçok teori ortaya konmuştur. Bunlardan birkaçına kısaca değinelim:

a. İlahi kaynak: Bu teoriye göre Allah, insanı yarattı ve yarattığı insana dili öğretti. Zaten birçok dinde Allah’ın insana dili kullanmayı doğuştan bir yetenek olarak verdiği kabul edilir.

b. Doğal ses kaynağı: Bu teoriye göre dil doğal seslerin taklidi şeklinde oluşmuştur. Mesela bomba “bom” diye patlaması sonucu bu ismi almıştır.

c. Sözlerin ve jestlerin birleşimi: Beden hareketlerini temel alan bu teoriye göre dil, fiziksel jestlerin ve ağız yoluyla üretilen seslerin arasındaki bağdan oluşmuştur. Buna göre insanlar önce iletişim için bazı jestler oluşturdular ve daha sonra zamanla bu hareketler ağızdan çıkan seslerle birleşti. Mesela insanın kızgınlık belirtisi olarak “hom hom” yapmasından “homurdanmak” kelimesi, bir şeyi üflerken “püf püf” yapmasından “üflemek” kelimesi ortaya çıkmıştır.

d. Fiziksel uygunluk: Bu teoriye göre kelimeler insanların söyledikleri şarkılardan oluşmuştur. İlk insanlar güç işler görürken ritmik birtakım sesler çıkararak çalışmalarını kolaylaştırıyorlardı. Bu sesler daha sonra şarkılara ve kelimelere dönüşmüştür.

Dilin İşlevleri

Kafasında kurduğu olayları bir öykü ya da bir roman biçiminde yansıtan yazar ile bilimsel araştırmasını makale şeklinde ortaya koyan bir bilim adamı dili aynı işlevde kullanmaz. Çünkü bunların amacı farklıdır. Yazar kendi kurduğu dünyayı kelimelerin yan, mecaz ve çağrışımsal anlamlarından da yararlanarak öznel bir şekilde aktarır. Bilim adamı ise var olan gerçekliği değiştirmeden, kelimelerin daha çok gerçek anlamlarından yararlanarak bilimsel bir üslupla aktarır. Dolayısıyla dili farklı işlevlerde kullanmış olurlar. Kısaca dil, her zaman aynı şekilde ve aynı işlevde kullanmaz. Dilin işlevi insanın dili kullanma amacına göre değişiklik arz eder. Şimdi dilin işlevlerini kısaca açıklayalım:

1. Göndergesel İşlev

İletinin, dilin göndergeyi olduğu gibi ifade etmesi amacıyla oluşturulmasıdır. Dilin bilgi verme işlevidir. İletişimde bilgiler alıcıya nesnel bir anlatımla aktarılıyorsa bu, dilin göndergesel işlevde kullanıldığını gösterir. Dilin göndergesel işlevi daha çok, öğretici metinlerde, ders kitaplarında, ansiklopedilerde, kullanma kılavuzlarında, bilimsel metinlerde karşımıza çıkar.

“İstanbul’da Sarayburnu sırtlarında kurulan ve yaklaşık 400 yıl Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi olan Topkapı Sarayı, dünyada günümüze gelebilmiş sarayların en eskisi ve genişidir.”

Bu cümlede Topkapı Sarayı ile ilgili bilgi aktarılmıştır. Bilgiye herhangi bir yorum eklenmemiş, yani bilgi nesnel bir üslupla aktarılmıştır. Dolayısıyla bu cümlede dil, göndergesel işlevde kullanılmıştır.

2. Heyecana Bağlı İşlev

Gönderici (kaynak) iletisini, duygu ve heyecanlarını dile getirme amacıyla aktarmışsa, dil “heyecana bağlı işlev’ de kullanılmıştır. Bu işlevde duygular, heyecanlar söz konusudur. Dilin heyecana bağlı işlevinde yorum, öznellik hâkimdir. Özel mektuplar, lirik şiirler, eleştiri yazıları, hitabetler (söylev) dilin bu işleviyle oluşturulur.

“Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!”

Bu cümlede dil heyecana bağlı işlevde kullanılmıştır.

3. Şiirsel (Sanatsal) İşlev

İletinin iletisi kendinde ise dil “şiirsel işlev” inde kullanılmış demektir. İleti, bir anlam aktarmaktan çok, karşı tarafta farklı çağrışımlar uyandırır. Bu durumda ileti, kendi dışında herhangi bir şeyi, herhangi bir olguyu ifade etmez, yansıtmaz. Obje, iletinin kendisidir ancak bu; iletinin insandan, hayattan ve yaşanandan soyutlanması değildir. Burada sanata özgü gerçeklik söz konusudur.

Örneğin, dilin şiirsel işlevde kullandığı metinler olan şiirlerde şiirin amacı, o şiirin kendisidir. Edebî sanatlardan, mecaz anlamlı ve çağrışımlı sözcüklerden yararlanılarak imgeler oluşturulur, sözcükler daha farklı anlamlarda kullanılır. Dilin bu işleviyle, daha çok, edebî metinlerde karşılaşılır.

Sesin perde perde genişledikçe
Solan gözlerinden yağarken gece
Sürür eteğini silik ve ince
Bir gölge bahçenin uzaklarında

Sen böyle kederden taştığın akşam
Derim dudağında şarkı ben olsam
Gözlerinde damla, içinde gam
Eriyen renk olsam yanaklarında

Bu dizelerde dil, şiirsel işlevde kullanılmıştır. Çünkü dörtlüklerde bir bilgi ya da anlam aktarmaktan çok, okuyanda çeşitli çağrışımlar uyandırmak amacı vardır.

4. Alıcıyı Harekete Geçirme İşlevi

İleti, alıcıyı harekete geçirmek üzere düzenlenmişse dil alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılmıştır. Bu işlevde amaç, alıcıda bir tepki ve davranış değişikliği oluşturmaktır. Propaganda amaçlı yapılan siyasi söylevlerde, reklam metinlerinde, el ilanlarında genellikle dil, bu işleviyle kullanılır.

“Çocuklar, tören başladı; hemen aşağıya inin!” cümlesinde dil, alıcıyı harekete geçirme işlevinde kullanılmıştır. Burada öğrencilerde bir hareket meydana getirmek için yönlendirme söz konusudur.

5. Dil Ötesi İşlev

Dille ilgili bilgiler vermek üzere düzenlenen iletilerde dil, dil ötesi işlevde kullanılır. Dil ötesi işlevin yer aldığı metinlerde iletiler, dili açıklamak, dille ilgili bilgi vermek için düzenlenir.

“Fiil anlamı taşıyan ancak fiillerin özelliklerini tam olarak yansıtmayan ve cümlede isim soylu kelimeler gibi görev üstlenen kelimelere fiilimsi (eylemsi) denir. Bilindiği gibi Türkçede -(i)msi eki benzeyen anlamına gelir. Buna göre fiilimsi de “fiile benzeyen” demektir. Fiillerin üç temel özelliği vardır: Fiiller iş hareket, oluş bildirir; mastar eklerini (-mek, -mak) alır, kip eklerini alır. Fiilimsiler ise mastar eklerini ve kip eklerini alamaz. Sadece iş, hareket, oluş bildirmesi bakımından fiile benzer.”

Bu metinde dille ilgili olan fiilimsiler konusunda bilgi verilmiştir. Demek ki burada dil ötesi işlev söz konusudur.

6. Kanalı Kontrol İşlevi

İletişim sırasında ileti, kanalın iletiyi iletmeye uygun olup olmadığını öğrenmek amacıyla düzenlenmişse dil, kanalı kontrol işlevinde kullanılmıştır. Bu işlevde, iletişim kanallarını denetleme amacı güdülür.

Uyuyan birini uyandırıp ona: “Uyandın mı? Sana söyleyeceklerim var?” demesi gibi.

Arkadaşların birbirleriyle konuşmalarında, eğitim sırasında, söylevlerde, törenlerde vs. dilin kanalı kontrol işlevinden yararlanılır.

Konuşmacı, salondakilere: “Sesimi duyuyor musunuz?” dedi.

Cümlede “Sesimi duyuyor musunuz?” sorusu dilin, kanalı kontrol işlevinde kullanıldığını gösterir.

Dilin İşlevlerine Örnekler

Göndergesel İşlev Örnekleri:

Hegel’in felsefesinin çıkış noktası bilim değil, ta­rihtir.
Turizm, milletlerarası kültürel tanışmayı sağlar.
Münazara bir tartışma türüdür.
Bugün 23 Nisan.
1973 senesinde doğmuşum.
Türkiye’nin başkenti Ankara’dır.
Beşiktaş’ın renkleri siyah ve beyazdır.

Heyecana Bağlı İşlev Örnekleri:

Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum.
Merhaba ey âli sultan merhaba!
Merhaba ey kân-ı irfan merhaba!
Ben bu davranışınızı etik bulmuyorum, siz yanlış davranıyorsunuz!
Aaa, bardak kırıldı!
Eyvah geç kaldım!

Alıcıyı Harekete Geçirme İşlevi Örnekleri:

İnsanlar! Geliniz, toplanınız, dinleyiniz!
Bu sorular bir saat içinde çözülmüş olacak!
Sınıfı hemen terk et!
Ayşe, benim söylediklerimi tekrar et!
Beni dikkatli dinleyin!

Kanalı Kontrol İşlevi Örnekleri:

Beni duyuyor musun? Alo!
Dikkat! Dikkat! Sesim geliyor mu?
Bakın beni dinlemiyor musunuz?
Bana kulak verin!
Beni anladınız değil mi?
Söylediklerim anlaşıldı mı?
Ödevler yapıldı mı?

Dil Ötesi İşlevi Örnekleri:

Fiil, cümledeki işi, oluşu, hareketi bildirir.
Yapım eki alan her sözcük türemiş sözcüktür.
Türkçede iki ünlü yan yana kullanılamaz.

Şiirsel İşlev Örnekleri:

Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk suyla yuyalar
Söyle garip bencileyin

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan

 

Dil-Kültür İlişkisi

Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan doğal bir araçtır. Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir araç olarak hayatımızın her aşamasında vardır. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz.

Kültür ise bir milletin tarih boyunca ortaya koyduğu ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerdir. Kültür, bir toplumun duyuş, düşünüş ve yaşayış biçiminin bir sonucudur. Kültür, bir toplumun kimliğidir, onu diğer toplumlardan ayıran değerlerdir.

Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Millî damgası en belirli olan kültür unsurudur. Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün milletin ortak malıdır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini oluşturur. Bir milleti ayakta tutan, bireyleri birbirine bağlayan, sosyal yaşamı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin kültür yaşamında oynadığı rol çok büyüktür.

Dil öncelikle kültürel unsurların ortaya çıkması için ortam hazırlar. Kültür ve sanat etkinliklerinin çoğu dille gerçekleştirilen etkinliklerdendir. Bu bakımdan dil, kültür alanının oluşmasını sağlar. Dolayısıyla kültür, dil tarlasında biten, büyüyen ve meyve veren bir ağaca benzetilebilir. Dil, kültür öğelerinin korunmasına olanak sağlar. Kültür öğeleri dil yardımıyla kayda geçirilir. Dil yoluyla yaygınlaşır.

Dil, bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, bilimsel birikimi, dünya görüşü o milletin kültürünün birer parçasıdır. Bütün bu ortak değerler dil aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarılır. Kültürel değerler yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamakta ve gelecek kuşaklara intikal etmektedir. Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılmaktadır. Kültür, bu sayede kesintiye uğramadan varlığını devam ettirmektedir.

Toplumlar yüzyıllar boyu maddi ve manevi alanda, kültürel değere sahip olan çok sayıda eser üretmişlerdir. Bu eserler gelecek kuşaklara dil sayesinde aktarılır. Örneğin İslamiyet’ten önceki döneme ait olan ve Türk kültürünün önemli bir parçası olan destan, koşuk, sagu, savlar, Orhun Yazıtları dil sayesinde günümüze dek yaşamışlardır. Günümüz insanları o eserleri okuyarak o dönemle ilgili bilgi sahibi olabilmektedir. Bu bilgilenme dil sayesinde olmaktadır. Bu bakımdan dil önemli bir kültür taşıyıcısıdır.

Kişiyi nasıl, inançları ayakta tutuyorsa bir milleti de dünya milletleri arasında ayakta tutan, ona canlılık veren kültür değerleridir. Kültüre dinamizm kazandıran unsur ise dildir. Dil olmazsa kültür durağanlaşır, canlılığını yitirir. Bu bakımdan dil bir milletin ruhu gibidir. Ruh gidince ceset işe yaramaz.

Dil ile kültür arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetleyebiliriz:

  • Dil ile kültür birbirini tamamlayan ayrılmaz bir bütündür.
  • Kültür ve dil bir milletin en önemli ortak özelliklerindendir.
  • Kültür ve dil, toplumu oluşturan bireylerin iletişiminde önemli rol oynar.
  • Bir toplumun oluşmasında ve ayakta kalmasında ortak dil ve kültürün önemli bir payı vardır.
  • Hem dilin hem de kültürün kendine özgü kuralları ve özellikleri vardır.
  • Dil ve kültür geçmiş ile gelecek arasında bir köprü vazifesi görür.
  • Kültür ve dil bir toplumun yaşayış biçiminden önemli izler taşır.
  • Dil ve kültür bir toplumun oluşmasında ve varlığını sürdürmesinde önemli etkendir.

Çok köklü bir dilimiz olduğu için Türkçemiz bugünlere gelene dek birçok alt dala ayrılmış ve bu alt dallar dil biliminde “lehçe”, “şive” ve “ağız” olarak adlandırılmıştır.

Lehçe

Bir dilin, tarihî gelişim sürecinde, bilinen dönemlerden önce o dilden ayrılmış ve farklı biçimde gelişmiş kollarına lehçe denir. Başka deyişle lehçe, bir dilin çok uzun zaman önce, yazılı metinlerle izlenemeyen karanlık dönemlerinde kendisinden ayrılan ve ayrıldığı dilden hem ses hem biçim olarak ayrılıklar içeren koludur.

Lehçeler ana dilden ses, şekil ve kelime bakımından büyük ayrılıklar gösterir. Coğrafi değişmeler ve kültürel farklılaşmalar bu ayrılmada önemli rol oynamıştır. Örneğin, Türk dilinden bilinmeyen bir dönemde ayrılan Yakutça ve Çuvaşça, Türkçenin iki ayrı lehçesidir.

Şive

Bir dilden ayrılmış ve zaman içinde ayrı dil olarak kullanılmaya başlanmış ama birbirinden çok uzaklaşmamış kollarına şive denir. Ayrılıklar, lehçede olduğu kadar keskin değildir. Değişiklik yapıda değil, daha çok, sesletim sistemindedir. Türkiye Türkçesinde “Yeni yılınız kutlu olsun.” denirken, Özbekçe şivesinde “Yangi yilingiz kutli bolsin.” denir. Türkmence, Kırgızca, Azerice vb. Türkçenin şiveleridir.

Ağız

Bir ülke içinde aynı dilin farklı konuşma şekillerine ağız denir. Ağız, yörelere göre söyleyiş farklılıklarıdır. Bu farklılıklar yalnızca söyleyişte görülür, yazılış aynıdır. Zaten söz konusu olan, biçimsel bir başkalık değil, bir ses değişimidir. Söz gelimi, tokat ağzında “kadar” için “gadder”, “zira” için “zere”, “tekme” için “dekmük” sözcükleri kullanılır. Türkiye Türkçesinin konuşulduğu Anadolu’da “Karadeniz Ağzı, Konya ağzı, Sivas ağzı, Denizli ağzı” gibi ağızlar vardır.

Argo

Bir dilin parçası olmakla birlikte, toplumun belli bir çevresi tarafından kullanılan, kendine özgü sözcük, deyim ve deyişlerden oluşan özel dile argo denir. Genelde toplumun alt tabakalarında, yeraltı dünyasında, kapalı topluluklarda, göçmenlerde, eğlence ve futbol dünyasında, bazı İnternet sitelerinde kullanılan argo, hemen her ülkede aydın kesim arasında da tutunabilmektedir. Örneğin “avantacı” sözcüğü, “çıkarcı, bedavacı” anlamıyla; “bayılmak” sözcüğü “vermek, ödemek” anlamıyla toplumun hemen hemen her kesiminde argo olarak kullanılmaktadır.

Argo, uydurma bir dildir. Argoda kelimelerin anlamı örtüktür. Kelimeler bozulur, yabancı sözcüklerle birleştirilir, onlara yeni anlamlar yüklenir. Argo daha çok, mizah ve küfürlü söyleyişlerde kullanılır.

Jargon

Her ülkede farklı meslek gruplarının kendi aralarında nispeten farklı bir dil kullanmalarına jargon denir. Jargon; argonun, dilin söz veya söz kümesi düzeyindeki birimlerine bir grubun verdiği yeni anlam ve değerlerle oluşur. Bu terim meslek/grup dışındaki kişilerin anlamaması ya da kendi aralarında daha kolay anlaşmak için kullanılır.

Jargon örnekleri:

Tonsillit – Bademcik iltabı.
Renal kolik – Genellikle böbrek ve idrar yollarındaki taşlara bağlı olarak gelişen ağrı.
MI (Miyokard Infarktus) – Kalp krizi.
Akut batın – Karın bölgesinde aniden gelişen ve şiddetli ağrıya sebep olan durum

Yazı Dili

Bir dilde birliği, anlaşmayı sağlamak için yazıda kullanılan ortak dile yazı dili denir. Yazı dili kitap dili, kültür dili ya da edebî dil olarak da adlandırılır. Aslında yazı dili de başlangıçta o dilin öne çıkan ağızlarından biridir. Yalnız bu ağız, zamanla yaygınlaşarak ortak dil şeklinde kullanılmaya başlanır. Artık kitaplar, dergiler, yazılar o ağızla yazılır.

İşte başlangıçta bir ağızken toplumun genelinin kullanmaya başladığı bu dile yazı dili veya edebî dil denir. İstanbul ağzı, başlangıçta bir ağızken daha sonra yaygınlaşmış ve ülkemizde yazı dili olarak benimsenmiştir. Yazı dili. konuşma dilinin söz değerlerinin yazıya geçirilmiş biçimidir.

Konuşma Dili

İnsanların günlük yaşamında, evde, sokakta diğer insanlarla iletişim kurarken kullandığı dildir. Günlük yaşayışta kullanılan ve yazı dilinden az çok farklarla ayrılmış bulunan dil, günlük konuşma, günlük dildir. Bu dil doğal olduğu için cümlenin kurallı olup olmadığına, sözcüklerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin düzgün olup olmadığına pek dikkat edilmez. Bu nedenle zaman içinde bölgeden bölgeye değişen bazı söyleyiş ve kelime farklılıkları ortaya çıkar.

Konuşma dilinde sözcükler yazı dilinden az çok farklı şekillerde ifade edilebilir. Kimi sesler değişebilir, bazı heceler yutulabilir. Örneğin yazı dilinde gösterdiğimiz “geleceğiz” sözcüğü konuşma dilinde “gelicez” biçiminde karşımıza çıkabilir. Konuşma dilinde ses tonu da önemlidir. Birçok anlam konuşurken ses tonuyla verilebilir.

DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI VE TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Dillerin Sınıflandırılması

Her millet, her kavim aralarındaki anlaşmayı sağlamak için bir iletişim sistemi, yani bir dil meydana getirmiştir. Bundan dolayı dünyada yüzlerce dilin varlığından söz edebiliriz.

Diller, dil bilginleri tarafından araştırıldığında bazılarının arasında şaşırtıcı benzerlikler görülmüştür. Bu benzerliklerden hareketle dillerin gruplara ayrılarak incelenmesinin daha doğru olacağı sonucuna varılmıştır. Diller arasındaki ses sistemi, yapı, söz dizimi gibi özellikleri göz önüne alınarak “dil aileleri” kavramı ortaya atılmış ve dil gruplarına “dil ailesi” adı verilmiştir. Diller de genel olarak “Kökenlerine Göre Diller” ve “Yapılarına Göre Diller” olmak üzere iki ana gruba ayrılmıştır.

Kökenlerine Göre Diller

 

Dil gruplarına dil ailesi denir. Kaynak (köken) bakımından birbirine yakın olan diller dil ailelerini oluşturur. Dil ailelerinin belirlenmesi, uzun bilimsel çalışmalar sonucunda mümkün olmuştur. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılmıştır. Bu araştırmalarda kaynak olabilecek ana dillere ulaşılmıştır. Dillerin kökenini oluşturan bu ana dillere ait metinlere ulaşılamasa da gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu saptamalardan sonra diller kökenleri bakımından “Hint-Avrupa Dilleri, Ural-Altay Dilleri, Hami-Sami Dilleri, Çin-Tibet Dilleri ve Bantu Dilleri” olarak gruplanmıştır.

A. HİNT-AVRUPA DİLLERİ

En büyük dil ailesini oluşturur. Bu ailenin içinde yer alan diller, Hindistan’dan Avrupa’ya, Asya’dan Amerika’ya değin geniş bir coğrafyada konuşulur. Günümüzde dünyada en çok konuşulan 20 dilden 12’si Hint-Avrupa dil grubuna aittir.

Hint-Avrupa Dilleri, Asya dilleri ve Avrupa dilleri olmak üzere iki ana kola ayrılır. Asya kolunda Hintçe, Farsça, Tacikçe gibi Hint-İran dilleri yer alır. Avrupa kolunda ise Slav dilleri, Germen dilleri, Latin dilleri olmak üzere üç büyük dal yer alır. Rusça, Sırpça, Lehçe, Bulgarca gibi diller Slav dilleri koluna; Almanca, İngilizce, Felemenkçe gibi diller Germen dilleri koluna; İspanyolca, İtalyanca, Portekizce, Rumence gibi diller ise Latin dilleri koluna girer.

B. URAL-ALTAY DİL GRUBU

Ural-Altay dil ailesi, Altay ve Ural olmak üzere iki kola ayrılır. Altay kolunda Türkçe, Moğolca, Korece, Japonca gibi diller yer alır. Ural kolunda ise Macarca, Fince, Estonca gibi diller yer alır.

Ural-Altay dil ailesindeki diller arasında, diğer dil ailelerinde olduğu kadar sağlam bir bağ yoktur. Bu aile içinde yakınlık, kaynaktan yani kökenden çok, yapı yönüyledir. Eklemeli diller olması, bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım eki gibi kullanılması, sözcük başında ünsüz yığılışmasının bulunmaması, ünlü uyumu kuralı bulunması Ural-Altay dillerinin ortak özelliklerindendir.

C. HAMİ-SAMİ DİL AİLESİ

Orta Doğu ya ve Afrika’ya yayılmış yerlilerce konuşulan dillerdir. Yaklaşık 250 dilden oluşan Hami-Sami dilleri iki gruba ayrılır. Hami kolunda Eski Mısır dili, Libya-Berberi dili gibi diller yer alır. Sami kolunda ise Arapça, İbranice gibi diller yer alır.

D. ÇİN-TİBET DİL AİLESİ

Doğu Asya ülkelerinde konuşulan 300 kadar dilden oluşur. Çince, Tibetçe, Birmanca, Dzongka gibi diller Çin-Tibet dil ailesi içinde yer alır.

E. BANTU DİL AİLESİ

Afrika’da ve özellikle de Orta ve Güney Afrika’da yerliler arasında konuşulan dillerin oluşturduğu dil ailesidir. Lubaca, Kongoca, Swahili, Pölce, Susuca, Gurca gibi diller, Bantu dil ailesi içinde yer alır.

 

Yapılarına Göre Diller

Dünya dilleri, dili oluşturan kelime ve eklerin yapı bakımından gösterdikleri benzerliklere göre “Tek Heceli Diller, Eklemeli Diller, Çekimli Diller” olmak üzere üç grupta incelenir.

A. TEK HECELİ DİLLER

Bu gruptaki dillerde sözcükler tek bir heceden oluşur. Cümleyi meydana getiren sözcükler hiçbir ek almaz ve şekil değişikliğine uğramaz. Bu dillerde sözcüğün görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için sözcükleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Kelime türleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim, hem sıfat, hem fiil, hem edat… olabilmektedir. Çince ve Tibetçe bu grubun tipik dillerindendir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili de bu gruba dâhil edilir.

B. EKLEMELİ DİLLER

Eklemeli dillerde kelime kökleri ve ekler vardır. Kelime kökleri tek veya çok heceli olabilir. Bu dillerde yeni kelime türetilirken veya kelime cümle içinde kullanılırken ekler devreye girer. Yani kelimelerde değişiklik eklerle sağlanır. Eklerle hem yeni kelimeler türetilir hem de kelimelere yeni anlamlar yüklenir. Kelime sonundaki değişiklik ileriye doğrudur, geriye işlemez. Yani kökte pek bir değişme olmaz. Bundan dolayı köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir.

Bu grubun bazı dillerinde ekler kelime sonuna geldiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Bundan dolayı Eklemeli Diller “Ön Eklemeli Diller” ve “Son Eklemeli Diller” olmak üzere iki grupta da düşünülebilir.

Türkçe eklemeli diller grubuna dâhildir. Ama kelimeler başa ek almaz. Dolayısıyla Türkçeye “son eklemeli bir dil” diyebiliriz. Örneğin “süt” kelimesinin sonuna -cü eki getirilerek süt satan kişi anlamına gelen “sütçü” kelimesi türetilir.

Bu dil grubunda Türkçenin yanı sıra Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Japonca, Korece, Fince ve Samoyetçe vardır.

C. ÇEKİMLİ DİLLER

Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ile çeşitli ekler vardır. Yalnız ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Ayrıca bu dillerde çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hâle gelir. Örneğin Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz.

Almancadaki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen şekillerine girmesi gibi. Bu grupta yer alan bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalır. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan “ders, medrese, müderris, tedrisat” kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girer.

Türk Dilinin Tarihî Gelişimi ve Türkiye Türkçesi

Türkçenin tarihî gelişimi dönemler hâlinde ele alınabilir. Türkçenin İlk Türkçe ve Ana Türkçe döneminden kalan yazılı belge elimizde olmadığı için bu dönemler “karanlık dönem” sayılmaktadır. İlk Türkçe döneminde Altay dilleri olan Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca dillerinin daha birbirinden ayrılmadığını söyleyebiliriz. Ana Türkçe döneminde ise Türkçenin Altay dilinden ayrılmış, farklı özellikler göstermeye başlamış ve artık kendi başına bir dil olmuştur. Karanlık dönemde Türkçenin iki temel lehçesi olan Yakutça ve Çuvaşça ortaya çıkmıştır.

Türkçenin Eski Türkçe ve sonraki dönemlerine ait metinler günümüze kadar ulaşmıştır. Dolayısıyla bu metinlerden hareketle Türkçenin tarihî gelişimi rahat bir şekilde takip edilebilmektedir. Türkçenin metinlerden yola çıkılarak izlenebilen dönemleri şunlardır:

A. ESKİ TÜRKÇE

Türkçenin yabancı etkilere en kapalı dönemi olan Eski Türkçe, 6. ve 13. yüzyıllar arasında etkili olmuştur. Bu dönem Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar devrini kapsar. Türkçenin ilk yazılı belgeleri bu döneme ait olduğundan Eski Türkçe için Türk yazı dilinin ilk devresi denebilir. Bu dönemdeki dilin tarihî seyrini izlemek için başta Orhun Kitabeleri olmak üzere elimizde bol miktarda yazılı kaynak vardır. Eski Türkçe dönemine ait metinler üç grupta toplanır.

a. Göktürk metinleri: “Türk” adıyla kurulan MS 552-745 yılları arasında hüküm süren Göktürklerin yazmış olduğu metinlerdir. Göktürkler kendi geliştirdikleri Göktürk alfabesiyle taşlar üzerine yazılar yazmışlar, kitabeler oluşturmuşlardır. Çok sayıda olmasına rağmen “bengi taş” da denen bu yazıtların en ünlüleri Kül Tigin, Bilge Kağan ve Vezir Tonyukuk adına diktirilen ve Köktürk Yazıtları (Orhun Abideleri) adıyla bilinenlerdir.

b. Uygur metinleri: Tarih sahnesinde Köktürklerden sonra çıkan Uygurların oluşturdukları metinlerdir. Budizm’i ve Maniheizm’i benimseyen Uygurlar, yeni dinlerinin de etkisiyle çeşitli taşlar ve kâğıtlar üzerine Uygur yazısı ile metinler yazmışlardır. Bu eserlere Doğu Türkistan’daki kazılar sonunda ulaşılmıştır. Bu kazılarda bulunan yüzlerce eserin çoğu Budizm’le ilgilidir.

Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın), Altun Yaruk (Altın Işık), Irk Bitig (Fal Kitabı), Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi Düşünceli Şehzade ile Kötü Düşünceli Şehzadenin hikâyesi) Uygurlara ait metinlerdendir.

c. Karahanlı metinleri: 840-1212 tarihleri arasında, devlet ve medeniyet kuran Karahanlılara ait olan metinlerdir. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar döneminde İslami dönemin etkilerini taşıyan Divân-ı Hikmet, Atabetü’l-Hakayık, Dîvânü Lûgati’t-Türk ve Kutadgu Bilig gibi eserler yazılmıştır.

Türkler, 12. yüzyıldan itibaren batıya ve kuzeye doğru yayılarak yeni yerleşim yerleri edinmiş, değişik kültürlerle içli dışlı olmuşlardır. Türklerin medeniyet dairesinde yapmış oldukları bu değişiklikler dillerine de yansımış, Türkçenin yapısında önemli değişiklikler meydana getirmiştir. Türkçe, bu dönemde Batı Türkçesi ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak üzere iki kola ayrılmıştır:

B. BATI TÜRKÇESİ

Eski Türkçe devresinden sonra Orta Asya’dan batıya doğru yayılan Batı Türklerinin kullandığı dildir. Batı Türkçesi 13. yüzyıldan günümüze kadar gelmiştir. Oğuz şivesine dayanan Batı Türkçesi gelişimini Eski Anadolu Türkçesi, Oğuzca ve Çağdaş Dönem Türkçesi şeklinde sürdürmüştür. Fakat Oğuzca içinde Doğu ve Batı Oğuzca olarak iki daire belirmiştir. Bunlardan Doğu Oğuzcası Azeri Türkçesi, Batı Oğuzcası ise Osmanlı Türkçesidir. Bu iki dil arasındaki fark, Azeri Türkçesinin, Kuzey-Doğu Türkçesinin etkisinde daha çok kalmasından kaynaklanmaktadır. Azeri Türkçesi daha çok Azerbaycan, Kafkasya, Irak ve Doğu Anadolu sahalarında; Osmanlı Türkçesi Orta Anadolu, Batı Anadolu, Balkanlar gibi geniş bir coğrafyada konuşulur. Batı Türkçesinin dönemleri şunlardır:

a. Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir. Eski Türkçenin izlerini taşıyan bu Türkçe, 13 ve 15. asırlarda Anadolu’da konuşulan Türkçedir. Batı Türkçesinin geçiş evresidir. Bundan dolayı bu döneme Batıdaki Orta Türkçe diyebiliriz. Bu dönemde Arapça ve Farsça unsurlar henüz fazla değildir fakat yabancı terkipler kullanılmaya başlanmıştır. Eski Anadolu Türkçesi Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Yunus Emre’nin “Divan”ı, “Risatetü’n Nushiye’si, Süleyman Çelebi’nin Mevlit’i, Âşık Paşa’nın “Garipname”si, Hoca Dehhani’nin kaside ve gazelleri bu dönemin en güzel örnekleridir.

b. Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir. 16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar devam eder. Eski Anadolu Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki dönemdir. Eski Türkçenin etkileri kaybolmuş, dile yeni gramer şekilleri girmiştir. Bu dönemde kültürel etkileşimden dolayı dilimizde Arapça ve Farsça unsurlar, kelime ve terkipler bolca yer almıştır.

c. Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin üçüncü ve son devresidir. 1908 Meşrutiyeti ile başlayan ve günümüzde de varlığını sürdüren bir yazı dilidir. Bugün bu devrenin içinde bulunuyoruz. Gramer özellikleri Osmanlıcayla benzerlik gösteren bu dönemde, dil oldukça sadeleşmiş, cümle kısalmış, yabancı sözcük ve tamlamalar büyük ölçüde bırakılmıştır. Bu dönemde İslami kültür unsurlarının Türkçe üzerindeki etkisi azalmış, Batılı kültür unsurlarının etkisi ise artmıştır. Günümüzde Kıbrıs, Balkanlar ve Anadolu’da konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesi olarak değerlendirilmektedir.

C. KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ

Orta Asya’da ve Hazar’ın kuzeyinde yaşayan Türklerin, Eski Türkçeden sonra kullandıkları yazı dilidir. Eski Türkçenin bir devamı niteliğinde olan bu dil, aynı zamanda Orta Asya ve kuzeydeki yeni yazı dillerine bir geçiş aşaması oluşturmuştur. Bu özelliğinden dolayı Kuzey-Doğu Türkçesi “Orta Türkçe” olarak da isimlendirilmiştir. Kuzey ve Doğu kolu 13-14. yüzyıllara kadar birlikte kullanılmış ve bir geçiş süreci yaşamıştır. Bu geçiş sürecinden sonra 15. yüzyıla gelindiğinde birbirinden iyice farklılaşmış ve bunun sonucunda “Kuzey Türkçesi” ve “Doğu Türkçesi” diye iki kola ayrılmıştır.

a. Kuzey Türkçesi: 15. yüzyıldan günümüze kadar gelen ve Kuzey Türklerinin kullandığı yazı dilidir. Kuzey Türkçesinin temeli Kıpçak şivesine dayanır. Bu nedenle “Kıpçakça” veya “Tatarca” olarak da anılmaktadır. Bu dönemin dil özelliklerini “Kodeks Kumanikus, Tercümanü Türkî ve Arabî, Hüsrev ile Şirin Tercümesi, Gülistan Tercümesi” gibi eserlerde görmek mümkündür.

b. Doğu Türkçesi: 15. yüzyılda farklı bir dil özelliği kazanan, Orta Asya Türkleri tarafından kullanılan ve günümüze kadar yaşayan yazı dilidir. Doğu ve Batı Türkistan şivesine dayanan Doğu Türkçesi “Çağatayca” olarak da bilinir. Çağataycanın bu parlak döneminde yazılan “Şecere-i Terakime, Şecere-i Türk, Mecalisü’n Nefais, Muhakemetü’l Lügateyn, Kısasü’l-Enbiyâ, Nehcü’l-Ferâdis” gibi eserlerde dönemin dil özelliklerini görmek mümkündür.

D. ÇAĞDAŞ DÖNEM TÜRKÇESİ

Çağdaş Türkçe şu anda Türk devletlerinde ve Türklerin yaşadığı bütün bölgelerde devam etmektedir. Bu dönem Türkçesi kendi içinde Türkiye Türkçesi, Azeri Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Gagavuz Türkçesi gibi bölümlere ayrılmıştır.